Perşembe, Eylül 20, 2012

İşler Güçler...

Uzun zamandır dizi furyasında eksik olan, büyük bir boşluğu doldurdu İşler Güçler. Bütün karakterler ayrı güzellikte. Aslında karakter de değiller, kendi isimleriyle dizideler. İzlerken aldığım keyfi anlatamam. Gülme efekti olmadan güldürebilen bir dizi.Yanlışım yoksa eğer bir de " Bir Demet Tiyatro" da vardı bu durum. Yani seyirciyi zorla güldürmeye itmeden güldürebilen dizi. Sadi Celil Cengiz başka, Ahmet Kural bambaşka. Ama benim favorim Murat Cemcir :) Bayılıyorum adama. Çalgı Çengi filminde de en çok onu sevmiştim, İşler Güçler'de de.

Çok güldürdü bizi bu dizi, inşallah hep böyle de devam eder. Hiç eksik olmasın onlar, biz hep izleyelim :)

Ve bu dizide öyle bir sahne var ki insanın içini acıtır. Bu kadar güldürebilen bir dizi, bir o kadar da insanın içini acıtabiliyor-muş. Onların deyimiyle, ne gadada datlı bi o gada farklı :)

İşte o sahne; 



Ben hâlâ saflığımdan gol yiyorum ya ona yanıyorum. Ben bu hayatta çok çelme yedim Ahmet, hem de en sevdiklerimden lan. Sıradan insanlar değil yani. Hani dönüp de böyle "Napıyosun lan sen napıyosun lan sen!" diyemeyeceğim kıyamayacağım insan lardı kardeşim. Ben bazen böyle kör olacak kadar çok seviyorum napim. Göremiyorum ki hiçbir şeyi. Karşımdaki canavarlar gözüme o kadar sevimli gözüküyorlar ki kardeşim. Sen onlara bir de benim gözümden baksan.. Oğlum ben geçen seneye kadar dünyada gerçekten kötü bir insan olabileceğine inanmazdım ya. Yemin ediyorum bak. Ama işte gözümle gördüm, ikna oldum. Sen şahitsin. İnsan işte gerçekten kötü olabiliyormuş kardeşim. Sebep sonuç ilişkisi aramana gerek yok Ahmet. Olabiliyormuş. Aga, canımızı yakarlar kardeşim kendine dikkat et bak. Bunu yaparken de o kadar büyük zevk alırlar ki var ya. Sen ben dönüp orta hakeme bakmayız bile. Niye biliyor musun? Çünkü bizim için o apaçık penaltıdır. Ama onlar oynamaya devam ederler işte. Sen tevazu yaparsın, onlar gerçek zannederler. Sen, aman efendiliğimi bozmayayım onca yaşanmışlık var dersin, onlar pısıyorsun zannederler. Dedim ya kardeşim onlar için bu sadece bir oyun ya. Ama senin benim için öyle değil ki oğlum ya. Bu bizim hayatımız bu bizim gerçeğimiz lan. Haliyle işte ben de herkese karşı önyargılıyım kardeşim gitti bitti işte oğlum. Etrafımda 3-5 tane adam kaldınız lan ben de o yüzden size sıkı sıkıya sarılıyorum işte. Kardeşim gözünü seveyim bak kendine dikkat et Ahmet sen benim için çok değerlisin ya yemin ediyorum bak. Kardeşim diyorum oğlum daha ne diyeyim amına koyayım..

Cumartesi, Eylül 01, 2012

Ya sen gidip de...

Unutulmak insan için en kötü darbe olsa gerek.
O sevdiğin, o her şeyi paylaştığın, o kendinden daha çok düşündüğün insanı tamamen " kaybetmek "...
Çok ağır...

Çünkü ne olursa olsun insanoğlu bir umut taşır içinde. Garip bi şeydir o. Hayatında biri olabilir, onun hayatında da biri olabilir ama bi yerde bi şekilde hatırlanmak istenir.  Arada özlenmek...

Bazen öyle zamanlar gelir ki bu en dayanılmaz en uç noktasıdır özlemin, ne yapacağını bilemezsin...
Arasan olmaz, aramasa olmaz. Daha da korku kaplar insanı. Ve şarkı belirir fonda;


Yine aynı şey,
Yine aynı kâbus,
Çöküyor üzerime, başımdan gitmiyor...
Yine yalnızlık,
Yine sensizlik,
Büyüyor içimde aman vermiyor...
Seni böyle sevmek acı veriyor bana,
Bizi böyle görmek parçalıyor içimi... 
Ya sen gidip de uzaklara, bensizliğe alışırsan...
Ya sen sevgilim, ummadığın kadar beni çabuk unutursan.... 

Cumartesi, Ağustos 18, 2012

Gerçeklerle yüzleşiyor insan er yada geç...





Son zamanlarda dinlediğim en tatlı sözleri olan, en hoş müziğe sahip  şarkı.
Herkese kesinlikle tavsiye ediyor, bayramınızı kutluyorum. Şeker niyetine dinleyin bu şarkıyı (:

Korkularıyla yüzleşiyor insan er yada geç
Bir telaş sarıyor önce yüreği
Gerçeklerle yüzleşiyor insan er yada geç
Bak mesela benim gibi

Ne karanlık odalardan
Ne masallardaki cadılardan korktum
Sensizlikten korktuğum kadar
Ne çıkmaz sokaklar gördüm
Ne diyarlar gezdim durdum
Kaybolmadım sendeki kadar
İnan ki kaybolmadım sendeki kadar

Azar azar gözlerini kapat
Usul usul ellerini uzat
Ben tutarım yine ben duyarım seni
Ben bilirim aşkının kıymetini

Salı, Mart 06, 2012

Mutlu yıllar bana :)

Çok şey yazdım sildim "bu" güne dair. Başım o kadar ağrıyor ki yoramıyorum artık :P

26 yıl... Vay anasını sayın seyirciler nasıl geçmiş o kadar anlamıyorum :)) Daha dünkü çocuktuk oysa.Yani hala çocuğum ki ben.Seviyorum hala oyunları,oyuncakları.Boyuma posuma bakmadan yaptığım manyakça hareketleri,şakaları. Hiçbir şeye aldırmadan şarkı söyleyebiliyorum sokakta. " Elalem  ne der " diyenlere, " ben olmuşum alem,banane elalemden" diyorum mesela. Güldüğüm zaman,kahkaha atıyorsam eğer nerede olduğumu umursamıyorum ve ne şiddetle ses çıkardığımın hesabını yapmıyorum.Çünkü gerçekten buna değeceğini biliyorum. Ve biliyorum ki  güldükçe yaşayabiliyorum,güldükçe içimin tortularını silebiliyorum, bu yüzden hep gülüyorum.Zaten hayat ciddiye alınacak kadar boğucu,telaşeleriyle çok sıkıcıyken, yaşanılabilir anlarımın tadına varıyorum.
İnsanlarla bir alış-verişim yok ama,ödenecek tüm bedelleri ödedim hayatımda.Hatta fazlasıyla...Bu yüzden borçlu değilim ama çok fazla alacağım var hayattan. O bana engel çıkarıyor,ben gülüyorum. Ha canım sıkkınsa eğer bir de küfür ediyorum dolu dolu çok rahatlıyorum :)

Kim ne kadar isterse hayatında, yanında oldum. Kim ne kadar sevdiyse, hep daha fazlasıyla sevdim. Ama "artık" ne kimseye fazladan toleransım var ne de boşu boşuna heba edilecek zamanım. Hayatımdan koparamam diye düşündüğüm hiç bir insanoğlu yok ( yeğenlerim hariç:P ) şu dünyada. Yani artık kimse benim için vazgeçilmez değil. Zamanında yaptığım en büyük hatam bu olsa gerek. Bunu da bana, kaybetmeyi asla istemeyeceğimi düşündüğüm insanlar öğretti,sağ olsunlar var olsunlar :)

Kazanmak herkes ister,
ne istediğini bilmektir önemlisi var mı listen?
hayallerin, hırsın, cesaretin? sabır selametimse intikam felaketimdir,
ne mektebimde vardı huzurum,
ne vardı evde, çıkıp bir başıma ağlamaktı belki caddelerde,
hayallerin kurulduğu ve düşlerin yok olmadığı,
bu gözlerinse dolduğu, zamanın donduğu bir yerdeyim,
düşünceler dumanlı dağlar aynı, gözse puslu, bir bakmışım mesafeler uzun ve tozlu,
benimse yol yürür gider bir seyyah olurum,ne paranın bir değeri vardır aslında, ne de şerefle onurun...g
elsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak, unuttum bildiğimi doğarken, umudum ölmeden hatırlamak...


Yani,demem o ki; doğum günüm kutlu olsun :P

Cuma, Aralık 23, 2011

Yalnız Bir Opera






Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. 
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin


Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.


Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu


Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs. 
Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. 
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.


Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını


Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.


Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.


Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

Kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.




Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...


Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla


Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar


Denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar


Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

Gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.


Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.


Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır


Ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir ise yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda




Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.


Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden




Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?


ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı


Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden


Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren

Murathan MUNGAN

Pazartesi, Aralık 05, 2011

Yalnızlığı Anla...

Kabuğunu koparmadan 
ne bir elmayı soyabildim 
ne de iyileştirebildim bir yaramı 
ama karşıma çıkınca 
kızmadım hiç elma kurduna 
bendim çünkü bıçağı saplayan 
onun yurduna 



.....


Çay bardağında 
Bırakılan dudak payı 
Kadar bile 
Uzak kalamam 
Gözlerine 

Yakın olsun isterim 
Ellerime ellerin 
Yanındaki beton binaya 
Yaslanması gibi 
Köhne bir evin 

............


Yol kenarındaki 
yağmur mazgallarını 
kumbara sanıp 
harçlığımı atardım 
bu yüzden en çok 
denizden alacaklıyım.


SUNAY AKIN