Okunulasi yazilar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Okunulasi yazilar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Aralık 23, 2011

Yalnız Bir Opera






Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. 
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin


Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.


Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu


Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs. 
Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. 
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.


Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını


Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.


Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.


Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

Kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.




Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...


Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla


Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar


Denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar


Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

Gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.


Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.


Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır


Ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir ise yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda




Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.


Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden




Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?


ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı


Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden


Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren

Murathan MUNGAN

Salı, Ağustos 30, 2011

Her Gün Bayram ( İyi Bayramlar...)

Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...
Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.
***
Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu bitirmek, kâbuslu bir rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır.
Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle...
Vuslat da bayramdır öte yandan...
Endişe içinde beklediğinden mektup almak, telefonda ansızın sesini duymak, deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır.
En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.
Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.
"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...
***
Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek, müzmin bir işin kapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek bayramdır.
Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.
Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.
Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.
Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk karne bayram...
Güne gülümseyerek başlamak bayramdır.
"İyi ki yanımdasın" bayram, "Her şeyi sana borçluyum" bayram, "Hiç pişman değilim" bayram...
***
Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır.
Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...
***
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.
Her gününüz bayram olsun!

* Can Dündar

Çok güzel bir Can Dündar yazısı...Bu vesile ile Ramazan Bayramınızı kutlarım. Ayrıca,bugün Türk Milleti için de çok özel bir gün...

Ne mutlu gunsun 30 Agustos...Basta Ataturk olmak uzere,silah arkadaslari ve bu zaferi bizlere bagislayan tum askerlerimizin ruhlari sad olsun... Tum Turk Milletinin Zafer Bayrami kutlu olsun...

-Zafer, “Zafer benimdir” diyebilenindir. Başarı ise, “Başaracağım” diye başlayarak sonunda “Başardım” diyebilenindir.- (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Perşembe, Haziran 09, 2011

Gecenin yarısı...

Bazen insanın hayatında öyle geceler olur ki ne zaman geçer,ne de o karanlık...
Kimse yoktur,ya da yok denecek kadar yalnız kalınmıştır.
Ağlarsın, duvarlara vuran hüznün teselli eder sadece.
Tüm eşyaları savurursun.Hiç birinin varlığı daha önemli değildir olmayanın acısından...
Ne yapacağını,ne yapman gerektiğini bilemezsin.
Artık geleceğe dair hiç plan yapmak istemezsin.
Birlirsin ki bu zamana kadar neyi planladıysan hepsi bir bir elinden kaydı,hepsi geri dönüp baktığında dalga geçti seninle...
Ondan vazgeçmek zorunda kaldığın gibi,hayallerinden de koparıldığınla kaldın.
İsyan ettin,yeter dedin,bitmeli artık bu dedin.
Ama bitmedi...
Ve bu kahrolası gece...
Ne uzundu değil mi?...


Artık daha az seviyorum seni,
Unutur gibi, ölür gibi daha az...
Yeniden ödetiyorum kendime,
Onca aşkın öğretemediğini...
Kolay değildi;
Yalnızca sevgilimi değil, evladımı da kaybettim ben
Kaç acı birden imtihan etti beni
Bir tek gece vardır insanın hayatında
Ömür boyu sürer nöbeti
Bu da öyleydi,
İyi ol, sağ ol, uzak ol
Ama bir daha görme beni.

Murathan Mungan - Gece Nöbeti

Bir de Fettah Can'ın bu güzel şarkısını dinleyin...



Cuma, Mayıs 20, 2011

Seni Uzaktan Sevmek...


Her şey olduğu gibi kalsın istiyorum. Ben hep bir sıfır mağlup olayım; sen hep uzak bir hayalden ibaret. Sen olduğun gibi kal. Ulaşılmaz. Dokunulmaz. Koklanılmaz. Ben olduğum gibi. Dünya olduğu gibi.

Ruhunun en çirkef, suretinin en çirkin, zihninin en çiğ hallerini biliyorum; hiçbirini gözlerimle görmemiş olsam da. Ne bir mükafat verdin bana ne bir ceza. Ama cennetini de biliyorum, cehennemini de.

"Seni uzaktan seviyorum...." diye düşündü erkek içinden. "Yaklaşmadan, anlatmadan, anlaşılmadan.... Ben seni beklentisiz seviyorum. Hiçbir şey ummadan, talepte bulunmadan, hayal bile kurmadan. Kendi içimde taşıdığım sessiz sedasız bir sır bu. Ben belki de senden çok bu sırrı seviyorum."
Sırrın senden bile güzel çünkü, senden bile özel. Sırrın bir billur kadeh, kırılmasın diye yüreğimde taşıyorum. Sırrın nazenin bir mum alevi, sırf yanmaya devam etsin diye karanlığı gündüze yeğliyorum. Kimse bilmiyor, bilmesi de gerekmiyor. Hem kim ne anlar? Ateş bu, hep düştüğü yeri yakar. Bense ne bir şeyleri değiştirmek peşindeyim, ne bir yere varmak. Ne sahip olmak derdindeyim, ne kendimi kanıtlamak. Her şey olduğu gibi kalsın istiyorum. Ben hep bir sıfır mağlup olayım; sen hep uzak bir hayalden ibaret. Sen olduğun gibi kal. Ulaşılmaz. Dokunulmaz. Koklanılmaz. Ben olduğum gibi. Dünya olduğu gibi. Merkez Efendi'nin dediği gibi, "her şey zaten dengede ve ahenkte, canım efendim. Her şey zaten merkezinde."
Ben senin ismini tarçın kokulu akide şekeri gibi tutuyorum ağzımda, damağımda, ruhumda. Kaygılarını biliyorum, yalnızlıklarını, kırgınlıklarını ve hırslarını da. Kalbinin ritmini duyuyorum; yanında olmasam, elini tutmasam da. Ruhunun en çirkef, suretinin en çirkin, zihninin en çiğ hallerini biliyorum; hiçbirini gözlerimle görmemiş olsam da. Ne bir mükafat verdin bana ne bir ceza. Ama cennetini de biliyorum, cehennemini de.
Seni olduğun gibi sevdim, tüm günahların ve arızalarınla. Uzaktan sevmenin en güzel yanı bu zaten. Kimseyi değiştirmeye kalkmıyorsun. Her şeyi olduğu gibi kabulleniyorsun. Aynı gökkubbenin altında yaşadığımızı bilmek yetiyor bana. Başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz sema aynı, yıldızlar aynı, dolunay aynı. Bunu bilmek yetiyor bana. Umurumda değil ki nerede uyuyorsun, kimin yanında.
Bacağında şarapnel parçasıyla yaşayan bir asker gibiyim. Etimde yabancı bir madde, kemiğimde bir metal parçası gibi duruyor aşkın bende. Başkası duysa korkar, "aman" der. "Nasıl olur? Böyle de yaşanır mı?" Halbuki ben alıştım. Rahatsız etmiyor beni, onu anladım. Şarapnel ve ben, gül gibi geçiniyoruz, yanyana ama karışmadan birbirimize.

*

"Seni uzaktan seviyorum...." diye geçirdi kadın içinden ve başını çevirdi. Bakmadı bile ondan yana. Bakması gerekmedi.
Ne güzel uzaktan sevmenin rahatlığı, hafifliği, beklentisizliği. Herkesin habire birbirinin hayatı hakkında konuştuğu bu dünyada "biz" diye bir şey olmayınca, hakkımızda konuşacak bir şey de bulamıyorlar ya, ne güzel. Özgürlük işte!
Sen özgürsün. Dilediğin zaman gidersin aklının estiği yöne. Tutsaksın bir o kadar. Mecbursun kendi sorumluluklarına, alışkanlıklarına, hayatına. Yapışmışsın kabuğuna. Hayalimdeki sen gerçek senden daha özgür aslında. Görsen, hayalimdeki seni kıskanırsın.
Seni sevdiğimi söylememekteki ısrarım bu yüzden. Her şey böyle daha duru, daha güzel. Söylesem büyü bozulur. Zaman ağırlaşır, zaman hantallaşır. Doğallık kaybolur, konuşmalar yapaylaşır. Söylesem dünya durur, bir daha hiçbir şey aynı olmaz. Sen değişirsin. Bir başka hal gelir üzerine. Bir beklenti, bir istek, bir kıvanç, gizliden gizliye bir kibir siner bakışlarına. "Aşıklar kibirli olur" demiş şair. Sevdiklerini fethedilmiş bir kale gibi görmeye kalkarlar. Bense hayat boyu susmaya razıyım, o kibiri gözlerinde görmektense.
"Böyle adama
Yaklaşmaz hiçbir güzellik
Doğduğu günden beri kalbinde bir delik,
Almak için bütün sızıları içine."
Oğuz Atay tanısa, seni anlatmak için söylerdi bunları. Bütün sızıları içine çeken adamsın çünkü. Bir de beni almanı istemem o delik kalbine.

*

Uzaktan sevmek daha güzeldir bazen. Ne incitir, ne acıtır. Ne yaralar ne kanatır. Gözlerinle görmediğin ama sesini duyduğun, varlığıyla huzur bulduğun bir denizin yakınında yürümek gibidir böyle sevmek..... Uzaktan sevmek en güzelidir bazen. 


Elif Şafak

Pazar, Mayıs 23, 2010

Birikerek gel bana...




Aklımın karıştığı,tenine karıştığım...

Bilmiyorum şimdi,olması gereken ve yapılması gereken ne ?

Sorularla boğuşurken,uyuyamıyorken bu mevsimde;başkasının ikliminde nasılsın şimdi? 

Konuşmalar o kadar yabancı ki...Ait hissedemiyorum kendimi hiçbir yere.Yakınken herkese,uzaktan bakıyorum gülüşlerin içtenliğine.

Kayıtsız kalıyorum hayatın bana aldırmadan akıp gidişine,zaman hep aynı sanki.Sensizliğin ortasında sensizliği beş geçiyorken...

Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim kendimi.Sevinmeliyim belki ya da kahrolmalıyım.Bilmiyorum...



 Bağıra bağıra seviyorken seni,susuyorum.Sessizliğim ile sadece sen konuşabilirsin,çoğalt cümlelerini.Birikerek gel bana. Bekliyorum...

Çarşamba, Mayıs 19, 2010

Canım yalnızca sevmek istiyor seni

Canım yalnızca sevmek istiyor seni.
Öncesinin ve sonrasının arasına alıp değil, alışılmış bir tören gibi değil.
Hiç dokunmadan, belki de gözlerine bakmadan, konuşmadan belki de her zaman yaptığımız gibi değil..

Canım yalnızca sevmek istiyor seni.
Unutup, tekrar hatırladığım çok sevdiğim bir şarkıyı hiç bıkmadan defalarca ara vermeden içten içe mırıldanıp zamandan koparıp alır gibi..

Canım yalnızca sevmek istiyor seni.
Saçlarını yüzünden ayırıp,
gözlerini kirpiklerinden,
ellerini bileklerinden,
ismini bedeninden ayırıp,
ayrı ayrı bir evin odalarını gezer gibi,
keşfeder gibi,
ilk kez ve merakla ve hayranlıkla, bir kırmızının detayında dakikalarca takılıp bakar gibi canım yalnızca sevmek istiyor seni..

Canım yalnızca sevmek istiyor seni,
nereye varacağını bilmediğim bir kaçamak yolculuğa,
sırf aklıma esti diye,
sevdiğim hiçbir eşyayı almadan yanıma çıkar gibi..
Süregelen bir sevgiyle değil,
öğretilmemiş, bilmediğimiz biçimlerde, kuşların kanatlarını açıp, özgürlüğe süzülmesine yarayan içgüdüleriyle,
içimden geldiği gibi canım yalnızca sevmek istiyor seni.
Tarifsiz bir hisle sevmek istiyorum seni.
Tatlı, ekşi ya da tuzlu değil, bilmediğim bir tatla, bir duyguyla.
Öyle, bir meyvenin tadını alır, bir kitabın adını okur gibi değil;
bir yaz günü tenine vuran sıcaklığı gibi güneşin,
serin bir akşamın denizden esen rüzgarıyla içine işlediği yosun kokuları gibi,
anlatamadığın ama bırakmak istemediğin, bitmesini istemedigin bir hisle..

CANIM YALNIZCA SEVMEK İSTİYOR SENİ..
NE UMUT ETMEK, NE DE BEKLEMEK..
BAŞKA HİÇBİR ŞEY..

Pazar, Nisan 25, 2010

Aşk der ki;

Yorulacaksan, zorlanacaksan, şikayetçi olacaksan, keşkelere sığınacaksan,söze "ama" diye başlayacaksan, girme aşk yoluna; aşk yolunda "u" dönüşü yoktur! Aşk der ki sana: Yolumdaysan başım feda yoluna,ama bil ki seninde başını isterim yoluma. Kahır, kapris gelecekse senden amenna! Ama ayağına diken batarsa yolumda ah edip vahlanma!... Aşk bilek gücü değil “YÜREKTİR”! Yüreğin yetmiyorsa düşme yollara..

Perşembe, Nisan 08, 2010

Albeni,al beni!

Güzel bilgisayarım Hacer'im yine beni yarı yolda bıraktı...
Şarj aletinden çıkan 9876567896567. problemim fenalık getirdi.Köyümdeki sayılı bilgisayarcı ya da elektirikçide de alet,edavat olmadığı içün yaptıramıyorum.Hafta sonu Bursa'ya gidene kadar emanet bilgisayarlardan bakıp kaçıyorum.Tam zamanında mı desem yersiz mi desem bilemedim.
Şarjına yandığım Hacer'im sen de bana bunları yaparsan eller ne yapmasın bana?...
***

Uykusuz her gece kıvamındaki sınav zamanım dolmak üzere.Nasıl geçti günler anlayamadım.Köyümdeki son vizeler ve bir kaç ayım kaldı...Artık bitsin diyorum ama burda geride bıraktıklarım beni üzmüyor değil..."Belki başka bir zamanda,başka bir yerde;yine..."diye avutuyorum kendimi.Umarım öyle de olur...
Evet aslında en çok ondan uzaklaşmama üzülüyorum.Yalan değil...Beni buraya bağlayan tek sebep o çünkü.Onu görebilmek,onunla olabilmek...

Gitmişti,geldi yine...Hep tesadüfler hep şanslarla bir araya gelmiştik.Yine öyle oldu.Hiç beklemediğim anda tekrar karşıma çıktı,çıkmasaydı konuşuyor olmazdık şuan.Nedir düşüncesi,hayatımdaki yeri nedir bilemiyorum.Ama hoşuma gidiyor onunla olmak...Sebepsiz çıkışları,bitti artık dedikçe "bitmeyecek" der gibi hayatıma hep bir yerden girişi tuhaf...Ama güzel.Şimdi uzakta olsa da,içim rahat.Dargın değiliz...Aklımda olduğu gibi aklındayım biliyorum.

Bekliyorum.Özlüyorum...




Sen gideli sevgilim bahçemde güller açmıyor


Geceler bitmek bilmiyor,

Geceler buz gibi sabah olmuyor

Şimdi ben sensiz nasıl yaşarım söyle

Şimdi ben sensiz neyleyim söyle

Son bir kez görebilsem seni

Tutsam dokunsam ellerine

Yokluğun dayanılmaz oldu

Hasret kaldım gül yüzüne

Şimdi ben sensiz nasıl yaşarım söyle

Şimdi ben sensiz neylerim söyle

Söyle, ben sensiz nasıl yaşarım söyle

Al beni, götür gittiğin yere

İstersen vur yerden yerlere

Ne olur al beni, götür gittiğin yere

Yeter ki, yeter ki terketme

Ne olur al beni, götür gittiğin yere

İstersen vur yerden yerlere

Ne olur al beni götür gittiğin yere

Yeter ki, yeter ki terketme

Bekledim seni gecelerce

Yaralı ceylan misali

Ardından düştüm yollara

Mecnun'a koşan leyla misali

Şimdi ben sensiz nasıl yaşarım söyle

Şimdi ben sensiz neylerim söyle

Söyle, ben sensiz nasıl yaşarım söyle
 
***
 
Aslında asıl al beni dememdeki amaç bu değildi:) Konuyu fena dağıtıyorum bunu farkettim.
Asıl bunu söylemek istiyordum:) Bu ara bağımlısı oldum.Sizlerde yiiiyyiinn gari!

Pazar, Mart 28, 2010

Ah...Bu gidiş gelişlerin!

Hiç beklemediğim anda gelmiştin.
Bin kez öldüğüm yerden bir kez daha doğarak...
İstedim seni.
Hiç bir şeyi umursamadan,
Hatta hiç konuşmadan,
Yanımda olmanı istedim.
Kimdin,nereye gidecektin ya da kime aittin önemli değildi.
Sen vardın,yanımdaydın.
Bakışın yeterliydi seni kendimde bulmama-kendimi sende kaybetmeye.

Çoğaldın.

***

Her gelişinde evime,bir parçan daha eklenirdi.
Sana ait o kadar çok şey biriktiki..

**

Beni üzmeye kıyamayan adam.
Nasıl yaraladın beni?
Nasıl yok yere mahvettin bizi!

Yetmiyor,gidiyorsun!
Hoşça kal diyemeden,bir kere daha sarılamadan.
Yabancılaştırıyorsun bizi.
Bu şehri,evimi,kendini...
Elimden birşey gelmiyor!
Gidişini seyretmeye mecalim yok.
Susuyorum,senli konuşmaların ortasında,
Herkes seni sorarken,seni anlatırken.
Susuyorum.

Ne tarafa baksam seni gördüğüm bu yerde, beni sensizlikle cezalandırıyorsun.

Nasıl geldiysen,öyle gidiyorsun...


Perşembe, Mart 04, 2010

Biri olmadan, öbürü olmazmış. "Balık Masalı"


Biri olmadan, öbürü olmazmış. Bu böylece yazılsınmış.

Bir Rus köyü'nde iki balık yaşarmış. Biri turuncu ve
İri, öbürü korkak ve İnce. Bütün çiftler de böyledir
biraz düşününce.

İri sormuş birgün. 'Madem bütün bu denizler birbirine
bağlı, niye biz seninle sadece bu kıyıdan ötekine
yüzüp duruyoruz? Kendimizi bir akıntıya bıraksak, yeni
sularda yüzsek, başka balıklar yesek daha mutlu olmaz
mıydık?' Hak verdi İnce. İnceliğinden sırf. Çünkü onun
mutluluğu için, İri ve o kıyı yeterlidir. Gerisi hava
su değişikliğidir ki, insan bundan beslenemez.
Balıklar hiç...

Katıldı yine de, düştü İri'nin peşine. Akıntıya
bıraktı kendini. Bunlar beraberce, İstanbul ve
Çanakkale boğazlarını geçtiler. Geçerken eğlendiler.
Fakat bir balıkçı, akşam yavrularına balık götürmek
için suya ağ atmıştı. Ve bizimkiler farkına varmadan
bu ağa takıldılar. Daha doğrusu İri takıldı. İri ya.
İnce de sıyrılıp çıktı. İnce ya, bırakıp gitmedi. Hem
inceydi hem aşık. Kemirip ağları, kurtardı İri'yi. 'E,
tabi, ben bu ağlara takılacak kadar güçlü kuvvetli
değilim, eriyip gidecek gibiyim' diyerek, onun
gururunu da okşadı. Aşkta, en yanlış şeyler bile
mantıklı gelir insana. Tabi balıklara da... Çünkü aşk,
suyun içinde de aşktır.

Derken, bizimkiler soğuk denizlere kavuştular. Fakat
İnce, alışık değildi bu serin sulara ve hastalandı.
Pulları dökülüyordu hergün ve gün geçtikçe daha da
yavaşladı. Hatta durdu birgün. Atlantiğin ortasında.
Ya döneceklerdi ve İnce kurtulacaktı. Ya da tek bedene
düşeceklerdi. Çünkü herkesin Küba'ya kadar yüzecek
nefesi kalmayabilir. Hele hastaysa. İri, Küba'ya
gitmeyi seçmeden önce, biraz düşündü. O düşündüğü süre
kadardı sevgisi, ki o da çok sayılmazdı. En başta
sıkılan oydu köyün kıyısından. Demek aslında gitmek
istiyordu İnce'sinin yanından. Ama bizimki bu durumu
anlamadı. Ve onunla Küba'ya varmak için son çabalarla
yüzdü. İnsan, sevdiğiyle geçen zamana doyamadığı kadar
aşıktır. Balıklar da...

'İki dakika daha beraber yüzmek, tek başına sağlığına
kavuşmaktan iyidir' bile dedirtir aşk insana.
Dedirttiği gibi İnce'ye. İki dakika kadar yüzdü ve
öldü. Yukarı doğru çıkarken zayıf gövdesi,
kılçıklarına kadar mutluydu ve gülüyordu. Koca bir
balina onu yuttu, bunu da biliyordu. İri, tek kaldı
ama, suyun ucunda Küba vardı. Var gücüyle yüzdü.
İnce'yi unuttu. İnce'yi unuttuğu kötü oldu. Çünkü
onlar birbirlerine 5 saniyede bir, nereye gittiklerini
hatırlatıyorlardı ve şimdi 10 saniye geçmişti ve
katiyen hatırlamıyordu. Ne İnce'yi, ne Küba'yı ne de
adının İri olduğunu. İnsana adını başkaları
hatırlatır, balıklara da...

O yüzden kayboldu derin sularında Atlantiğin. Ve koca
bir balina onu da yuttu. Fakat mucize bu ya, balinanın
midesinde İnce'yi buldu. Meğer onları yutan aynı
balinaymış, İnce ölmemişmiş, tam tersi midenin
sıcaklığında dirilmişmiş. Ama oradan çıkarsa ölecek.
İri de oradan giderse, nereye gittiğini ve adını
unutucak. O yüzden, artık ikisi de buradalar. Ne fark
eder. İnsana sevdiğinin yanı cennettir. Sevmeden
hiçbir şeyin tadı olmadığını, bu hikayeyi bilen bütün
balıklar bilir.

Ya insanlar?

Salı, Mart 02, 2010

Gidiyorsan

Doğrularımı götürmeye yetecek kadar yanlış yapmadım bu hayatta,
Çok sıkıştığım yerde boş bıraktım hep soruları.
Şimdi bıraktığım boşlukların birindeyim belki.
Kimsenin doğrusunu götürmedim,ben kimsenin yanlışı olmadım...

Şayet ayrılığı seçiyorsan giderken her şeyi de yanında götüreceksin.

Geriye hiç bir şey kalmayacak ardında hiç bir şey bırakmayacaksın.

Ne söylenmemiş sözler kalacak ne de yaşadığın güzel anlar.

Büyük olmalı ayrılıklar; uçsuz bucaksız dursuz duraksız.

Ne aklında tuşlara uzandığında hatırlayacağın telefon numaraları olmalı ne de yollar bir daha kesişmeli. Ne bir anıya yenilmeli ne de bir dizeye şarkılarsa göz pınarlarına değmemeli…

Gidiyorsan şayet bakmayacaksın ardına son bir kez de olsa.

Belki geri dönerim diye işaret koymayacaksın geçtiğin yollara.

Ayrılığı seçiyorsa eğer insan; şiirler okuyunca unutulmalı  hasret dokununca gülümseyebilmeli.
.
Gidiyorsan öyle bir gitmelisin ki; ayrılık bile gurur duymalı seninle…

Alıntı.. 

     

Salı, Aralık 08, 2009

Yapamazsın...



Sevmeler sana göre değildi...
Ya da bağlanmak delicesine...
Sevemezdin sen...
Ağlayamazdın hiç gidenin arkasından...

Ah gidişin!...
Hiç  hayr-ı alamet değildi...
Kısa kesilen bir sevda kalmıştı geride...
Umrunda da değildi...

 Kaçtıkça yakalandın...
Vazgeçtikçe bağlandın...
Unuttum dedikçe hatırladın...
 Aslında sevmek istedin...
Ve delice sevilmek...

 Birisi tutmalıydı elinden,
Seni dünyanın öbür ucuna kadar götürmeliydi neşesiyle...
Huzurdu istediğin,
 Çayını yudumlarken keyiflice tat alacağın...
Herşeye nedenin olmalıydı...
Herşeyin olmalıydı...

Olamazdı...
İzin veremezdin...


Sen kaçan oldun,sen vazgeçen...
İşte bu yüzden...
Yapamazsın...
Yürekten sevemezsin sen...









Pazartesi, Kasım 09, 2009

Kuyumcuyu Bulabilmek..



Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin
seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip
iri bir nesne verip: “Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç
para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan
sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar.
İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar .
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir;
sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği
neneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gidir: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu der
“benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna
bir on lira veririm.”
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce
yerinden fırlar. “Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden
buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira
istiyorsun?” Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.”
Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya
başlar:
“Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”
Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini
istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi
karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki
nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer
tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her
şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından
geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar: “Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”
Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum,
kafam karmakarışık” diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir: “Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini
bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.”
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden
kuyumcular mutlaka vardır.
Mesele kuyumcuyu bulmaktadır…

… “”Keyifler değildir yaşamı değerli yapan. Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan”" …


Zordur bulabilmek kuyumcuyu..Yüreğinizin kuyumcularını bulabilmeniz dileğiyle.. 

Pazartesi, Ekim 19, 2009

Ayrılık...



Buruk şarkıları dinleyerek başlamıştı ayrılık havası..Ne yapsa bilemedi yüreği..







Aslı’nın halleri bu belirtileri göstermeye başlamıştı.Nereye dönse yüzü ayrılığa çarpacaktı.Çünkü nereye dönse hep O’nun hayalini görecekti,hep ondan bir şeyler anımsayacaktı çevresinde..Gözleri karardı bir an..Sıkı sıkı yumdu göz kapaklarını..Tekrar açtı gözlerini bu kasvetli havanın hala devam ettiğine inanmak istemedi, tekrarladı..Bir daha bir daha..


Ama aynıydı..


Hem hava,hem de yüreğinin acısı..






Bir sigara içmek istedi.Paketini yokladı az kalmıştı..Bu gece bu paket yetmezdi ama bu soğuk hava da nasıl dışarı çıkacağını düşündü.Biraz daha sonra,” gece olmadan almalıyım” diye erteledi..Yüreğinin yorgunluğu bedenine işlemişti sanki..Paketinde az sayıda kalan sigaradan bir tane çıkardı.Çakmağını yokladı.Lanet olası çakmak yine kayıptı!Çevresine bakındı.


” Nerede bu !” bağırışlarının ardından cebinde buldu çakmağını..Zar zor da olsa yaktı sigarasını..Derin bir nefes aldı sigaradan.Dumanını izlemeye daldı..






“ Ne kadar kolay bitişler!”


“Oysa ne zordu O’nu yüreğime eklemem”






Sesli düşünceleri bir bir yankılandı karanlık oda da..Artık içi kabul etmiyordu hiçbir düşünceyi;dolmuştu zira, birbirini kovalayan noktalama işaretlerinin anlamsızlığından..Mutfağa gitmek istedi,iyice uyuşmuştu bedeni..Bir çırpıda kalktı yataktan,beyninin uyuşmasını istiyordu.Evet evet!Yapmalıydı bunu..Daha rahat söverdi hayata,üç-beş şarkıyı da daha bağıra bağıra söylerdi.Eli telefona gider;ilk önce mesaj yazardı,ulaşmayınca aramaya koyulurdu.Bunu yüzüne karşı söyleyebilme cesareti doğardı:


“-Ben sana bu kadar kötü ne yaptım!Neyin bedeli bu ödettiğin? Neyin günahı çektirdiğin?


(Karşıdan bir süre ses gelmezdi belki..)


Aslı: Sana söylüyorum!Cevap ver!






(Ne diyeceğini şaşırırdı bu cevap karşısında…)


O : Ben..Ben böyle olsun istememiştim!






(Kahkaha duyulmaya başlardı telefonun diğer ucunda,Aslı böylesine gülmemiştir uzun süredir!)


O: Ne yaptığını sanıyorsun sen?






Aslı: Aptalsın sen!Aptal! Nasıl sevdim ben seni?? Nasıl o yüreğini yüreğim bildim!






O:Aslı? İyimisin?






Aslı: Senin yokluğunda ezilen bu bedenin nasıl iyi olmasını beklersin şapşal!”






**




*




*





Gibi bir konuşmanın geçebileceği ihtimalini düşündü..Ama aramak istemedi…


Buzdolabında bir kenara itilmiş,keyif içkisi niyetiyle alınan şarabın efkar içeceğine dönüşmesi birkaç dakila Aslı'nın donup kalmasına neden oldu…Kendine geldiğinde buzdolabından çıkardı şişeyi ve geri döndü odasına..






İçti..İçti..


Beyaz şarabın tadı hiç bu kadar acı gelmemişti..


Yine de içti..


İçtikçe acısı arttı..


Duvara fırlattığı içki şişesinin paramparça oluşuyla kendisine geldi.


Bir an durdu.


Aynaya baktı.


Gördüğü suretin kendisi olduğuna inanamadı.


Hıçkırıkları,isyanları uğultu olmuştu…


Kulak tırmalayan bir uğultu…


Müzik sustu..


Kız olduğu yere yığıldı.


Bilinci açıktı oysa ama hareket edemedi..


Gözlerini kapadı..Yumdu sıkı sıkı..


Süzülen gözyaşları,acının yüreğindeki diğer ismiydi.






Değermiydi?


Bu kadar kolay vazgeçilen bir aşk için,


Yüreğini parçalamaya değermiydi?






Ayrılıklar sevdaya dahil değildi aslında,bu geride kalmışların uydurduğu bir bahaneydi.Çünkü hiçbir ayrılan sevgili kalamadı.Çünkü sevgiler hiçbir zaman, başlarken yaşanan heyecana layık olamadı..Elde kalan hep kırgınlıklar oldu..Ve yeni aşka verilen tövbeler…Onları unutarak sevdaya başlamamız...Bundan belki de…Çektiğimiz çileler, ettiğimiz tövbelerin bedeli…Ve bunlar,hep ağır ödendi…

Salı, Ekim 13, 2009

Püf Noktası


Mailime gelen bir yazıyı paylaşacağım sizlerle.Püf noktası nereden çıkmış,neden "püf noktası"denilmiş bakalım..


Vaktiyle testi ve çanak-çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona:

- Sen, demiş, daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor.

Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkan açar. Açar açmasına da yeni dükkanında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar. Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta,

- Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır.

Usta bunun üzerine tezgaha bir miktar çamur koyar ve,

- Haydi, der, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim.

Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta önünde dönen çanağa arada sırada "püf!" diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir. Böylece çırak da bu sanatın püf denilen noktasını öğrenmiş olur.

Her sanatın incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra püf noktası denilmeye başlanır...

Pazartesi, Ekim 12, 2009

Suçlamamıştım..Anladım Sadece..


İclal Aydın'ın kitabı çarpıyor bu ara gözüme..İsminden ötürü olsa gerek,ki kitaplarda isimler benim ilgimi çeken ve onları okumamdaki sebep olmuşlardır..Kitabın ismi: " Senin adın bile geçmedi." Eh kitap söz konusu olunca da,Gülden'in bloguna bakmadan olmazdı:) Kitap derlemelerine bayılıyorum..

Diğer İclal Aydın kitaplarına baktığımda yine bir kitabının içinde geçenler dikkatimi çekti..Bu aralar nedense pek hassasım..En ufacık söz,şarkı beni benden alabiliyor..Beni benden alan sözleri ekleyeceğim buraya   sevgili Gülden'in blogundan  :)


Aslında... Senin adın bile geçmedi...
Ama...
Ben seni hiç unutmadım...



Her hayat hikayesi bitmiş bir aşktan yol alıyordu...
Ve her ayrılık bir mektupla başlıyordu.



Sana güzel bir yaz günü gelmiştim. Karlı bir sabahta gidiyorum. Beş mevsim yaşamışız beraber. Beş mevsim bir "İç denizi" kurutmaya yetti...
İşte böyle sevgili....
Biz artık seninle haritada iki küçük su lekesi,
Hiçbir nehir kavuşturamaz bizi...





Sevilenler, hep beklenenler... Ve beklenenler, hiç gelmeyenler...



Şimdi belki sende benim gibi ölesiye yalnızsındır
Uçan kuşları gözlemektesindir tek başına...
Çamların yeşiline dalmış gitmiştir gözlerin
Radyo dinliyorsundur ya da susarak
Bir kitap okumaya çalışıyorsundur kimbilir
Belkide anılarını deşiyorsundur bir olmazı
Bir açmazı derinden derine kurcalar gibi
Bir kahve içmeyi, bir elma yemeği kurarak ,
Saatine bakıyor olabilirsin uykulıu gözlerle
Çocukların oyununa dalmış gitmiş olabilirsin
Maphus gibi, tutsak gibi, belki kök gibi,
Yarını olmamak gibi bir duygu içindesindir.
Belkide kendini bağışlayamıyorsundur
Benim hiç bilmediğim bir şeylerden ötürü
Kırık trenler gibi öylece kalakalmışsındır...
Kalkıp gidip çekirdek almayı düşünüyorsundur.
Ya da uyumak istiyorsundur her şeyi unutmak için
Belki sende benim gibi ölesiye yalnızsındır.
Afşar TUMUÇİN


Suçlamamıştım..

Anladım Sadece..


Suçlamadım seni...Anlamaya çalışıyorum şimdi..

Yüreği güzelim..

Uğruna kadeh eskittiğim..

İçtiğim her sigaranın sebebi..

Canını yaktığım,canına yandığım!

Ne kadar sevdiysem o kadar yaraladım..Hem seni,hem kendimi..

İnsanın elinde olmuyormuş sevdiğim..

Farkında olmuyormuşsun yaptığın bütün dengesizliklerin..

Bilirsin...Üzmek istemem asla seni..

Bir gülüşün yeter bana..Tamamlamam için kendimi..

Yüreğinin bir köşesinde hep olsun yerim,

Sığınabilecek tek yerin olsun,yerim..







Pazar, Ekim 11, 2009

Ben seni sevdim mi?


Ben seni sevdim mi? Sevdim, kime ne
Tuttum, ta içime oturttum seni
Aldım, okşadım saçlarını, öptüm
İçtim yudum yudum güzelliğini

Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette
Bendeydi özlemlerin en korkuncu
Çıldırırdım sen ne kadar uzaksan,
Aşk değil, hiç doymayan bir şeydi bu

Ben seni sevdim mi? Sevdim doğrusu
Sevdikçe tamamlandım, bütünlendim
Biri vardı ağlayan gecelerce
Biri vardı sana tutkun; o bendim

Ben seni sevdim mi? Sevdim en büyük
En solmayan güller açtı içimde
Ömrümü değerli kılan bir şeydin
Sen benim bozbulanık gençliğimde

Ben seni sevdim mi? Sevdim, öyle ya
Bir çizgiye vardım seninle beraber
Ve bir gün orada yitirdim seni
Ben seni sevdim mi? Sevdim, ya sen beni?

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Cumartesi, Ekim 03, 2009

Çağlam..İyiki varsın!

Ruhum..

2005 yılının son aylarıydı hayatıma girişin..Odanın kapısından girişin hala gözümün önünde.Üzerinde kahverengi bir boğazlı kazak vardı.Saçların topluydu.Kulağında da halka küpelerin.Ben ranzanın üst katından biraz uykulu biraz da endişeli gözlerle bakmıştım sana.Kimsenin gelmesini istemiyorduk yanımıza ve bu geleni de kesin kaçırıcaz diye konuşmuşluğumuz vardı diğer oda arkadaşlarıyla..İsimlerini telaffuz etmiyorum sen çok iyi biliyorsun..:) 

Eşyalarını koyup hemen gitmiştin..Tekrar geldiğinde bu sefer yataktan değil kapıdandı karşılamam.Nalet olası sigaramız bitmişti o gün ve hiç paramız yoktu:) Diğer oda arkadaşı senden sigara istediğinde sen bir kutu marlboro light (evet buydu :) )'ı önümüze koymuştun alın istediğiniz kadar diye..Şaşırmıştık.Biz kızı kaçırmayı düşünüyoruz ama kız nasıl bu kadar rahat ve cömert olabiliyor ? diye..Acaba gözümüzü mü boyuyor demeden de edemedik:P O gün eşyalarını bir güzel dizdin dolabına.Daha sonra tam anlamıyla tanışma faslı..


Biliyormusun o anki halin gözümün önüne geldikçe ne kadar çocuksu durduğunu anımsıyor ve gülüyorum:) Çocuktunn iştee...:) Şuan ki halinden daha cılız ve daha çelimsizdin.Ama her zamanki gibi deli!..İlk gün sabaha kadar uyumamıştık seninle..Sende de bende de çene iyi olunca ilk günden konuşacak bir sürü şey bulmuştuk.Sen benim gibi ranzanın üst kısmına yerleştin.Yani üst taraftan da bıdı bıdımızı yapıyorduk seninle :)


Birdenbire birbirimizin hayatında olduk.Sabahlara kadar gülmelerimiz ve muhabbetler bağladı bu arkadaşlığımızı.Benim gibi hastalıklı bir insanı sürekli  hastaneye getirip götüren başında hemşire gibi duran oldun.Hatta o beyaz sakallı sır kapısındaki adamın geleceğini düşünmeme neden olan sebepleri yaratırkende..Gül gül..ben hala gülüyorum :) 

Sana en çok; hiç beklemediğim anda yanımdan gitmek zorunda olduğunda anladım ne kadar alıştığımı..Beni bilirsin kolay kolay ağlamam başkasının yanında..Ama o gün içimden birşeyler kopmuştu..Elimden hiç birşey gelmiyordu ve sen gidiyordun.Daha yapacağımız onca şey varken..Sen arabaya binip gittiğin an,sensiz ne yapacağımı düşünmeye çalışmıştım.Sensiz ben o kahralosı ada da ne yapardım? Şuan aklıma geldikçe gözlerim doluyor be kuzum..Ama yılmadım..Elimden ne geldiyse senin için yapmaya çalıştım.Ve başarılı da oldum ki, sen geri geldin..:) Annen ve babanı kendi ailem bildim.Seni de kendi kardeşim..Dimdik durduk işte ayakta bitanecim! Herkese ve herşeye inat..Başardık..Seni kimsenin korkutamayacağını,pislik atamayacağını herkese anlattık!


Yaşadıklarımız bizi birbirimize iyice bağladı..Ve hep aynı noktalarda kesişti hayat çizgimiz.Aynı zamanda veda ettik okul yaşantımıza..( Şuan da aynı bölümlerde ama ayrı yerlerdeyiz..)Ardından 1 buçuk yıldan fazla görüşemedik internet haricinde.O kadar zor geldi ki bana bu süre..O zaman zarfında anladım bir parçam hep eksikti..Ama kavuştuk en sonunda..Geçen doğum günümde bana en büyük hediyeyi verdin ve benim hayatımdaki en güzel,en özel doğum günümü yaşattın..Yanındaydım..Hiç birşey eksilmemişti hatta geçen zaman daha da çok bağlarımızı kuvvetlendirmişti..Beni gözlerime bakıp anlayabilen ya da ses tonumdan ne hissettiğimi bilen tek kişisin!(az önce aradın,bir kaç gün seninle konuşamadık biraz sitem ettin eminim ki ne olduğunu anlayamadın ama ben bu günü düşünerek biraz senden uzak kaldım :) ) Elim,kolum,yüreğim!Sen benden bir parçasın be kuzum!..Ağladığında ağladığım,bir göz yaşıma herşeyi göze alabilen canımsın!Canımdan ötesin..Yakın zamanda yine geleceğim yanına..Yine beraber olacağız..

Yazıya başlarken o kadar şey vardı ki aklımda..Dile kolay tanıştığımız günden beri hep yanımdasın..İster yüz yüze ister internetten ya da telefondan..Hep yanımdasın işte..Beni benden daha iyi bilen bir kişi varsa o da sadece sensin!


Yine hakim olamıyorum kendime..Ulan sevgilim olsan bu kadar ağlarmıydım bilmem :) Ya da bu kadar kıskanırmıydım seni :) 


Dostum..Kardeşim..Seni ne sıfatla adlandırabilirim bilemiyorum..Ama herşeyimsin bildiğim tek şey bu!..Seni bugün dünyaya  getiren anneciğine teşekkür ediyorum ilk önce!İyiki seni dünyaya getirmiş ki,benim en yakınım olmuşsun,ben olmuşsun!Allah'a şükrediyorum,seninle karşılaşmama nedenler yarattığı için..Ve sana teşekkür ediyorum,beni canından bir parça ettiğin için,dostun,kardeşin yaptığın için!



-Ruh olabilmek,ruhu olabilmek  zordur bir insanın..Sen benim ruhumsun..Hayatında iyi ki dediğin kişi kim? ve hayatının en güzel şeyi nedir? diye sorsalar tereddütsüz vereceğim isim senin ismin olurdu!-

İyi ki doğdun Çağlam..İyi ki yanımdasın..Yıllar sonra iki kokoş nine olup elimizde baston yan yana olduğumuzda yine hayata sövüp güleceğiz..Yine birbirimizin küpelerini alıp bu sefer yaşlılıktan unutup küpelerimizi arayacağız:)

Her zaman yanımda olduğun,olacağın için çok mutluyum ve  sana binlerce kez teşekkür ederim..


Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun..Ama yine söylüyorum..Seni çok seviyorum !


Nice beraber mutlu yıllara...





Nasıl Borçluysan Beni Yaşamaya, Öyle Mecburum Seni Yaşamaya




Seni yaşamayı kendime borçluyum.

Gözlerinin yeşili ve kahvesi gibi
Karmaşığım bu gün.
Boğazda senden izler
İstanbul sen,
Sen İstanbul’sun şimdi
İşveli bir fahişe gibi arzular arsız,
Topkapı Sarayı’ndan denize atılan cariyeler gibi dilsiz,
Yıkılan bir imparatorluğun canlanması kadar geleceksiz,
Ama tendeki vahşi çırpınışlar kadar vazgeçilmez,
Parmağımın ucundaki dudakların kadar gerçek,
Bir gamzeye değen erkek ellerin kadar güçlü,
Yaza yabancı bastıran yağmur kadar ani,
Gözlerindeki şimşekler kadar asi,
Yaşam ve ölüm kadar hesapsız,
Dikenli tabulara inat yasaksız,
Sen İstanbul
İstanbul senken
Üstelik boğazda düşlere yelken açmışken,
Bu sevdadan kaçmak imkansız.
Nasıl borçluysan beni yaşamaya,

Öyle mecburum seni yaşamaya…


Funda Bilgili ..


Cuma, Eylül 25, 2009

Ah bu şarkıların gözü kör olsun!..

Bir süredir Türk Sanat Müziği dinliyorum..Hiç dinlemeyen insan değildim ama bu kadar da çok dinlemezdim..

Hatta 4 yıl önce falan oda arkadaşım ve ev arkadaşım olan Esra'm ile beraber,uzun zamandır eve gidememiş olmanın bir burukluğu ve özlemiyle Zeki Müren'in Annem şarkısıyla salya sümük birbirimize sarıla sarıla ağladığımızı biliyorum.

"Geceler çok soğuk,sessiz ve karanlık..Üşüdüm üstünü örtsene annemmmm..."diye diye...






Zeki Müren'den başladık madem..Öyle gidelim değil mi?..Hem hemşerim kendileri!Evet bundan da gurur duyuyorum :)


Zeki Müren - Gitme Sana Muhtacım ..







Bu klipte Zeki Müren'in dans ettiği kişi,Neşe Erberk hanım efendi..Hatun her yaşında güzelmiş yahu..:) Ayrıca Zeki Müren'in gözlükleri dikkat edilmeyecek boyutta da değil..Ve tabiki burda dans eden Ajda Pekkan-Halit Kıvanç fark ediliyor..Ajda hanımın bu halleriyle o halini lütfen kıyaslamayalım!:) Diğer bir dans çiftiyse deli gibi dolaşan tabiki Erol Evgin ve Sezen Aksu :)

Klibe odaklandım bende..Oysaki şarkı mükemmel...

"Beni,öldür öyle git! Yaşamak için,senin sevgine muhtacım..."


~~ Ne hüzünlüdür avunmaya çalışmak ya da rüyalarda bile buluşmayı göz almak..Evet..Tahmin ettiğiniz o güzel şarkı...





"Hiç kimseye söylenmeden,hasretimiz bilinmeden,gizli gizli görünmeden;rüyalarda buluşuruz..Bu şarkıyla kavuşuruz!"


Şimdi Zeki Müren'in ilk bestesini ekleyeceğim.Ben daha önce dinlememiştim.Sözlerin baş harfi ZEKİ'yi oluşturuyor..Bu sanatın ismi Akrostiş imiş.. Makamı: Acem-Kürdî......Şarkının ismi: " Zehretme Hayâtı Bana Cânânım" 









Zehretme hayati bana cananim
Elemlerle doldu benim her anım
Kederimle yanıp sönse de canım
İnan ki ben sana yine hayranım

**

*


"Gözlerinin içine...Başka hayal girmesin...Bana ait çizgiler..Dikkat et silinmesin...İstersen yum gözlerini,tıpkı düşünür gibi..Benden evvel başkası..Sakın seni görmesin..."







Beklenen şarkıdır..:)


***


Zeki Müren'in en sevdiğim şarkılarından birisini paylaşıcam sizinle..





"Her akşam güneşin battığı yerden,gözlerin doğuyor gecelerime.."


**


"Ah bu yangın beni öldürüyor yavaş yavaş,kor kor alevler yanıyor içimde..Aşkın beni kül diyor!..Kor kor alevler..Yanıyor içimde..Aşkın beniii kül ediyor...Of.."






Sevilmeyecek şarkı mıdır bu?...


***

Bugün Zeki Müren'e ağırlık vermemdeki sebep ölüm yıldönümü..24 eylül yani..Aslında hep dinleriz O'nu ya..Tekrar iyice bir analım dedim..Bu şarkısı da olmasa olmaz!!...







**


Uzun zamandır dilime takılan bir şarkı daha..Bu sefer Emel Sayın'dan..






"Bir yerde ümit biter..Solar laleler güller..Aşk yalan inan buna! Perişan hep gönüller...

Ayrılmalıyız artık..Gitmeliyim bu yerden..Saadet diliyorum..Sana beyaz güllerden..

Taptım sana çok sevdim..Hep böyle kalacağım..Senin mutlu hayatına,uzaktan bakacağım..."

***


Bencil miyim? Evet!:) Yeşil yeşil şarkısını da çok severim ve kendimle özdeştirdiğimden buraya eklememezlik yapmıyorum:)






***


Eskişehir fasıl keyfimizde İsmailciğimle rakılarımızı tokuşturduğumuz şarkı....:)






Devam etmek çok isterdim ama şimdilik bu kadar olsun..:) Zeki Müren üstad ile başladık..Ve malumunuzdur başlık ismine ait olan şarkıyı paylaşarak veda edelim...


Çoktaaaannn unuturdum ben seni,çoktannn...Ah bu şarkıların gözü kör olsun!!!...